Fatih Vural’ın Drum&Bass Dergisi için Çağlayan Yıldız’la yaptığı söyleşidir:
Söyleşinin içeriğini vermeden önce kısaca ve sırasıyla “Neden söyleşi yapıyorum?”, “Niçin bu insanlarla söyleştim?” ve “Bu insanlar kim?” sorularını cevaplamak isterim. Kendi sorularını cevaplayan insanları da hiç sevmem. Söyleşi yapmayı tercih ettim çünkü kuru kuruya hayat hikayesi anlatmak hem ilham verici ve dikkat çekici değil, hem de kişiler ve konular hakkındaki bilgiler güncelliğini yitiriyor olabiliyor. Bu insanlarla söyleşi yapmayı istememin nedeni, her birinin bu ülkenin gerçek minörleri olduğuna inanmamdır. Hepsi tutkuyla, iştahla yaptıkları işe sarılmış; müzikle zanaat yaparak para kazanabilecekken karınlarını sanatla doyurmuş; kibire bulaşmamış mütevazi insanlar. İlk söyleşiyi Çağlayan Yıldız’la yaptım. Yıllar önce “2007 yilinda tanıştığım Çağlayan Yıldız (s.a.v.) ise hayatımın yönünü belirledi” yazmışım çok çok kısa öz geçmişimin bir yerinde. 1966 Aydın doğumlu. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun olunca doktorluğu bırakmış (bence öz geçmişin en güzel yeri burası). İki kez altı ay kadar Hindistan’da kalarak müzik ve felsefe çalışmış. Jazz dergisinde yazdığı köşe yazılarıyla bana kalırsa sağlam bir hayran kitlesi oluşturdu. 2003’den sonra Çağdaş Klasik ve Elektronik Müzik alanlarına yoğunlaşarak Utrecht Konservatuarı’ndan Klasik Kompozisyon Lisans Diploması almış. 2006 yılında Utrecht University KMT’de Elektronik Müzik Master’ı yaparak “European Master of Media Arts” ve “Composition in Contexts Master”larını almış. 2006 yılından beri Antalya’da yaşıyor. (Bu bilgileri Çağlayan Yıldız’ın kendi sitesinden http://www.caglayanyildiz.com/wp/ aldım, dileyen siteden ayrıntılı bilgiye ulaşabilir.) Oğuz Büyükberber ile kaydettikleri Az; Sarp Maden ve Volkan Öktem ile kaydettikleri Trio Mrio albümleri nazarımda zamanın çok ötesinde işlerdi. Maalesef bu albümleri bulma ihtimaliniz, Love Bar’da Celalettin Cerrah’la dans etme ihtimaliniz kadar zayıf. Çaglayan Yıldız ODD-TETT ve Turqumstances isimli fantastik gruplarıyla kaçırdığınıza üzülmeniz gereken konserler verdi. Lafı daha fazla uzatmadan söyleşiye geçiyorum.
F.V. : Müziğin de dil gibi değişmekte/gelişmekte olduğunu düşünüyor musunuz? Evetse hala Bach’ın diliyle müzik yapmayı,Nedim’in ağzıyla şiir yazmaya benzetebilir miyiz?
Ç.Y.: İnsanlık değişiyor/gelişiyorsa, müzik de dil de değişip/gelişiyordur. Bence evrensel “müzik dili”, “edebiyat dili” vardır, “Bach dili”, “Nedim ağzı” değil. Bach’ın ve Nedim’in kendi alanlarının “dillerine” kattıkları, şu anki “müzik dili”, “edebiyat dili”nden ayıklanamaz. Ruhuna “Bach/Nedim” kaçmış bir müzisyen/edebiyatçı asla eskisi gibi olamaz. Burada “Bach/Nedim” yerine, sanatlarına katkıda bulunan herkesin adı değişik puntolarla yazılabilir.
Sıkı sıkıya onların “stilinde” yazmak ise tamamen bir tercih meselesidir, eğer anlatılmak istenen şeyin o stillerde daha iyi anlatılabileceği düşünülüyorsa neden olmasın?… Belki anlatılacak hikaye çağdaş olabilir, ama tercih edilen anlatım stili eski olabilir ve bu da hikayenin daha ilginç bir şekilde vurgulanmasını sağlayabilir… Ya da tam tersi, çok kadim bir hikaye çok çağdaş bir dille anlatılabilir…
F.V. : Çalmayı mı seviyorsunuz, kendinizi çalarken dinlemeyi mi?
Ç.Y. : Kendimi (ve o anda benimle çalanları) “çalarken dinlemeden” çalmam olanaksız… Çaldıktan sonra kayıtları dinlemek ise fotoğraflara bakmak gibidir, yaşanan şeyin bir anısıdır; belki o anıyı daha iyi anlamaya, duygusunu biraz olsun korumaya, belki değerlendirme ve gelişime yardımcı olur. Ama yaşanan gerçeğin ve size olan etkisinin kendisi değildir.
F.V. : ( Birini tercih etmek zorunda olsanız) hangisini tercih ederdiniz: Yalnızca kendi çaldıklarınızı duyacaksınız ya da yalnızca başkalarının çaldıklarını duyacaksınız?
Ç.Y. : İllaha ki birini tercih etmem gerekiyorsa, tabi ki sadece başkalarının çaldıklarını duymayı tercih ederim. Oturup kendi kovamdaki suyu seyredeceğime, sonsuz okyanusa karışırım…
F.V. : Sizce neden çalarken / dinlerken mimikler yapıyor, hareket ediyor, bedenen şekil değiştirmeye çabalıyoruz?
Ç.Y. : Ruh eğilip büküldükçe, şekil değiştirdikçe, beden de yerinde duramıyor doğal olarak…
F.V. : Size kimler ilham veriyor?
Ç.Y. : Herkes…
F.V. : Müzik karnınızı doyuruyor mu? (Müzikle uğraşacağımı kabullenen ailemin bana yönelttiği soruyu iktisatçılar adına ben de size soruyorum.)
Ç.Y. : Müzik dönem dönem karnımı doyuruyor, dönem dönem doyurmuyor. Ama işin en özüne inersek “gerçek müzik” olarak düşündüğüm/hissettiğim şey karnımı doyurmuyor. “Müzik yan ürünleri” (popüler müzik, müzik dersleri, jingle vs) karnımı doyuruyor. Yani “sanat ruhum için, zanaat karnım için” ikilemi yaşıyorum müzikten başka gelir kaynağı olmayan milyonlarca müzisyen gibi…
F.V. : Nasıl ki hayatta tecrübe kazandıkça yaşamak tatsız geliyor ( bazıları olgunlaşmak diyor, ben çürümek diyeyim) müziğin matematiğini öğrendikçe de çalmak, dinlemek yavanlaşıyor mu? Evetse bu durumdan kurtulmak için neler yaptınız? Bize neler tavsiye edersiniz?
Ç.Y. : Müziğin matematiğini öğrendikçe de çalmak, dinlemek benim için kesinlikle yavanlaşmıyor… Tam tersine müzikteki mucizeyi/ büyüyü çok daha iyi anlayıp/hissedip, gerçek sonsuz değerini biliyor insan.
Matematikçi vardır hırs içinde, kendi akademik kısır döngüleri içinde “çürür” gider… Matematikçi vardır, kendi denklemleriyle uğraşırken bir yandan da doğadaki sonsuz Altın Oran örneklerini görür ve huzur/keyif içinde “olgunlaşır” gider…
F.V. :Müzik de aşk gibi tanımı öznel olan bir şey diye düşünüyorum. o yüzden müziği nasıl tanımladığınızı merak ediyorum. siz evinizde müzik dinlerken sokak sesi gürültüdür, siz sokağı dinlerken de müzik mi gürültüdür? Siz neyi dinlemek istiyorsanız müzik o mudur yoksa müzik sizin duyduklarınız mıdır?
Ç.Y. : Bence müzik de aşk gibi, “hayat” gibi, “doğa” gibi tanımı “öznel olMAyan”, çünkü tanımı olmayan bir şeydir. (Kendi öznel tanımıma göre) Aşk gibi, hayat gibi, doğa gibi, sonsuz olasılıkların bir araya gelerek yarattığı sonsuz/zamansız güzelliktir, mucizedir, büyüdür. Ve tüm bu laflar, bizim “sınırsız olan”ı sınırlı zihinlerimizle tanımlama çabasından başka bir şey değildir. Doğa nasıl sonsuz varlıktan sonsuz şekilde kendini ifade ediyorsa, müzik de sonsuz varlıktan (İnsanoğlunun anladığı müzikte sonsuz müzisyenden) sonsuz şekilde kendini ifade eder. (Bu yanıtı aynı zamanda 3. sorunun daha kapsamlı bir yanıtı olarak okuyabilirsiniz…)
“Evdeki müzik, sokaktaki gürültü” konusuna gelince… Evde duvarda asılı olan tabloya bakarken sokaktaki trafik kazası ya da elele dolaşan aşıklar ya da çöpler ya da oynayan kedi yavruları “gürültü” müdür, tablo “sanat” mıdır? Biz dışarıyı seyrederken, dışarıdakiler “sanat”, evdeki tablo “gürültü” müdür? Bunlar birbirinden ayrı mıdırlar, yoksa bütün müdürler? Ayrılarsa ayıran şey nedir? “Gürültü” olmazsa “sanat” olur mu? “Gürültü”nün içindeki “sanat”ı ve “sanat”ın içindeki “gürültü”yü algılıyor muyuz? Bunları birbirinden ayırıyorsak birleştirmek gerekiyor mu? Bunlar bizim için bir ise ayırmak gerekiyor mu?
F.V. : Antonin Sychra “Yeni Bir Müziğin Yaratıcısı Olarak Taraflı Müzik Eleştirisi” kitabında “… tüm çabası gerçekçi ifadelendirme olan, gerçekliği olabildiğince dürüst dile getirmeye yönelen ilerici müzik tekniği ile, müziği ilginç sesler uğruna ve salt orijinallik peşinde gerçekçi ifadelendirmeden uzaklaştırıp müzik imgesini deforme eden tekniği taraflıca birbirinden ayırmak gerekiyor” der. Deforme etmeden reforme edilir mi? Bir şeyi başka bir şeye dönüştüreceksem işe parçalamaktan başlarım. Bu kınanmayı gerektirecek bir davranış mıdır?
Ç.Y. : Kısa yanıtlar verecek olursam: A) Evet, deforme etmeden reforme edilir; ayrıca reforme etmek her zaman bir gelişim belirtisi ve gereklilik değildir. Bir şeyi başka bir şeyi dönüştüreceksen, işe parçalamaktan başlamak kınanmayı gerektirecek bir davranış değildir. Ben çocukken merak edip radyonun içini açıp bakan, kurcalayıp anlayabildiğimi anladıktan sonra sağlam ve çalışır bir şekilde kapatan bir tiptim. O zamanlar çok değerli olan bu alete hiç dokunmayan, ya da sadece ebeveynlerinin izin verdiği şekilde kullanan, ya da içini açıp dağıtıp kullanılamayacak bir hale getiren bir çocuk değildim. Bu tavrım sanırım müzik anlayışımda da devam etti. Müziğin içini açıp bakarım; iyileştireceğimi, geliştireceğimi düşündüğüm bir fikir varsa eklerim, reforme ederim; daha iyi ve fonksiyonel, müziğin doğal evrimine hizmet eden bir şekle dönüştürürüm. Ama var olandan daha iyi bir fikrim yoksa, sırf “içini açmış olmak için” kurcalayıp, eskisinden beter bir halde, hiçbir şey eklemeden, geliştirmeden darmadağın bırakmam. “Bu zaten olduğu şekliyle iyi” deyip kapatırım. Ama bu tamamen kişisel bir tercihtir, doğal bir yapı meselesidir. Dolayısıyla “müziğin içini hiç açmayanlara” da saygı duyarım, “içini açıp dağıtıp bırakanlara ve bunda kendilerine uygun bir estetik ve tarz bulanlara” da… Doğada “Yaradılış, Koruma ve Yıkılış Üçlüsü” sürekli bir devinim halindedir. Bunlar bir bütündürler, biri olmadan diğerleri var olamaz. Bu, en ince düşünceden tutun da en kaba maddeye kadar her şeyin doğasında vardır. Her insanın (ve dolayısıyla müzisyenin) doğasında da değişik oranlarda bir karışım halindedirler. O yüzden her müzisyen farklı oranlarda Yaratır, Korur ve Yıkar… Ve baştan Yaratır, Korur ve Yıkar…
F.V. : Müziğin moderni olur mu? (Evetse tarif eder misiniz?) (Hayırsa müziği sınıflamak mümkün müdür? Mümkünse siz nasıl sınıflardınız?) Ç.Y. : “Modern” sadece insan zihninin yarattığı bir sözcüktür, bir kavramdır. Kavramlar asla “var olanı” tanımlayamaz, zihin asla “Doğa”yı kavrayamaz. Daha önce de belirttiğim gibi tüm bu kavramlar, bizim “sınırsız olan”ı sınırlı zihinlerimizle tanımlama çabasından başka bir şey değildir ve bu da oldukça umutsuz ve boş bir çabadır. Müziğin özünü, büyüsünü sınıflamak mümkün değildir. İnsanların özünü, büyüsünü sınıflamak mümkün değildir. Tanımlamalar, gerektiği zaman pratiklik açısından kullanılırlar, ama sadece kabaca bir fikir vermekten öteye gidemezler. Yani bir insanın kartvizitinde yazanlar o insan değildir, bir CD’nin kapağında yazanlar içindeki müzik değildir.
F.V. : “Modern müzikten bir şey anlamıyorum; çok karmaşık ve sinir edici geliyor bana. Gençler niye daha basit şeyler yazmıyorlar ki?” Entellektüelin besmelesi olan Arnold Schoenberg’e katılmamak mümkün mü? Ç.Y. : Ustam öyle diyorsa öyledir… Kendi koşullarında, söylediği zaman/mekan/”dekor”da haklıdır… Ama “Gençler” kimlerdir? “Karmaşık ve sinir edici” müzikler nelerdir? “Daha basit şeyler” dediği müzikler nelerdir? Bunlar benim kulaklarımda/beynimde/ruhumda hali hazırda “Gençler”, “karmaşık ve sinir edici” müzikler, “Daha basit şeyler” midir? Ya senin, onun, bunun? Üstadın pek çok eserinin, örneğin Verklärte Nacht’ının tek bir ölçüsüne kurban olurum, onu da sırası gelmişken belirteyim.
F.V. : Müzisyeni epigondan, sanatkarı zanaatkardan ayıran nedir, ne olmalıdır?
Ç.Y. : Zanaat olmadan sanat olmaz, ama sanat olmadan zanaat olur. Her meslekte böyledir. Sanatçı “zanaatının” içine ruh üfler, büyü ile kuklayı canlandırır, kukla gerçek bir çocuk olur… Sanatçı sizin ruhunuzu kendi ruhunun kıvrımları şeklinde büker; kendi özünün ne olduğunu/ özünüzün ne olduğunu ve temelde “bir” olduğunu anlayasınız diye.
F.V. : Gerçekleştirmekten umudu kestiğiniz projeleriniz var mı?
Ç.Y. : Başka bir ek gelirim olmadan, sadece sevdiğim müziği çalarak refah içinde yaşamak dışında yok sanırım
F.V. : Etkilendiğiniz besteciler ve müzisyenleri öğrenebilir miyiz?
Ç.Y. : Sizlere kimler ilham veriyor” sorusunu “herkes” diye yanıtlamıştım, çünkü gerçekten öyle. “İsimler” i sıralamak bence şuna benziyor: Bir anaokulu dolusu tatlı bebe var, dünyanın her köşesinden, rengarenk, boy boy, çeşit çeşit. İnsan hangi birini seveceğini, hangi biriyle oynayacağını, hangi biriyle ne kadar vakit geçireceğini şaşırıyor. Sonra birisi size “tüm bu bebelerin ana-babalarının isimlerini verir misiniz” diye soruyor. Siz de ya: a) “boşverin ana-babalarının isimlerini, bebelerle ilgilenin işte” diyorsunuz b) hepsini sayıp insanların içini sıkıyorsunuz c) bir kaç isim verip diğerlerine ve gerçeğe haksızlık ediyorsunuz. O yüzden ben ilkini yapacağım ve “İsim”leri, boşverin, “Müzik”le ilgilenin diyeceğim. Yoksa etkilendiğim her “Tür”den, her “Enstrüman Kategorisi”nden 10 ar örnek saysam, bu derginin söyleşiyi ayrı bir ek olarak vermesi gerekecek. Müzik dinlemek ayrııı, “Grove Dictionary of Music and Musicians” okumak ayrııı.
F.V. : Müzikten umudunuzu kestiniz mi? Hala müzik dinliyor musunuz? Eski iştahınız var mı?
Ç.Y. : Müzikten umudunu kesmek ne demektir, anlayamadım… Ben ölümden sonra “Cennet” varsa ve bir seçimimiz varsa “gerçek ve iyi müziğin” sonsuza dek çalındığı, sadece “SES”ten oluşan “Cennet”i seçmek istiyorum… O yüzden ölene dek de “gerçek ve iyi müziğin” bulabildiğim her örneğini dinlemeye devam edeceğim…
Eski iştah mı? Doğduğumdan beri yiyorum, ölene kadar da yiyeceğim… Açlık greviyle intihar yok bende…
F.V. : Müteşekkir oldum.
Ç.Y. : Ben teşekkür ederim.
Comments